Kültür Kavramı

Şubat 11, 2017
Kültür Eserleri > Türk ve Yahudi Kültürlerine Bir Mukayeseli Bakış > Kültür Kavramı

Kültür Kavramı

“Kültür’ün tanımlamasını, bundan önceki bir çalışmamızdan[1] aktaracaklarımızla yapacağız. Oradaki referansları da zikrediyoruz. Aktardıklarımız, sadece bu kitabın konusu ile ilgili olgulardır. “Kültür çok yönlü bir olgudur. Tümü ile kucaklayabilmek için ona çok geniş açıdan bakmak gerekir. O, âlet ve tüketim maddelerini, içtimaî grupları tanzim eden organik nizamları, fikir ve sanatları, inanç ve âdetleri içine alan bir küldür. Malinowski[2] burada, kültürün anthropolojik kavramını çok daha önceden (1871) içine bilgi, inanç, sanat, ahlâkî kaideler, kanun, âdet ve toplum üyesi olarak insan tarafından iktisap edilmiş kabiliyet ve alışkanlıkları alan muğlâk bir bütün şeklinde ifade etmiş olan Tylor’la[3] mutabakat halinde görülüyor: kültür, insan ihtiyaçlarının tatmini için doğrudan doğruya veya dolaylı olarak çalışan eşya ve âletlerle âdet ve bedenî veya fikri itiyatların tümüdür”.[4]

“Düzgüsel (normative) bir sistem olarak kültür, insanın sosyal nizamının bir fonksiyonel talebidir. İnsan davranışlarının çok değişkenlik arz etmesi sebebiyle kaide teşkil eden ölçülerin bulunmaması halinde her türlü sosyal sistem imkânsız hale gelir”.

“İnsanoğlunun amaçlarına varma, refah ve emniyetini sağlama aracı olan kültür, bir instrumental veya fonksiyonel veçhe ile görünür. Hiçbir bireysel veya toplu beşerî faaliyet yoktur ki “tabiî” veya hissî (yani sevk-i tabiî ile olan) olsun. Nefes alma, kan dolaşımı ve saire gibi fizyolojik olaylar bile bir ölçüde kültürün etkisi altındadır. Ancak bu etki karşılıklı olup mezkûr fizyolojik hadiseler de kültürü az çok tesir altına alıp insan ruhunu büyücülüğe, metafiziklere götüren kültürel sistemlerin doğuşunu intaç ederler. İnsan hareketlerine normlar, âdetler, gelenekler, kaideler hâkimdir. Gelenek tarafından tanzim ve yeknesaklaştırılmış maddî (bedenî – somatic) davranışların bütün şekillerine âdet diyoruz”.[5]

“Kalıplaşmış (stereotyped) bir kültür geniş bir davranış eylem ve tavır modelleri dizisini kapsar. Özel bir talim ve itiyatla bu kalıplaşmış kültür, geniş ölçüde, gayri şuurî ve otomatik olarak tekrarlanır. Dil, çalışma ve hatta düşünce kültürü, bu kalıplaşmış kültüre yaslanarak bina olur”.

“Her toplumda sevk-i tabiî ve tatmin olma keyfiyetini gelenekler kontrol altında tutar: yanlışlıkla domuz etini yediğini fark eden Müslüman bazı fizyolojik araz, kusmalar, hazım bozuklukları ve sair özgül rahatsızlıklar hisseder. Bunlar kaide ihlâlinin fidyesi olarak kabul edilir.[6] Buraya geleneğin sosyal örgütlenmesi kavramı bağlanıyor: iştigal konusu olarak Müslüman hiçbir zaman domuzla ilgili bir işe girişmeyecek, girişenlerle temasını sınırlayacaktır. Bir kültürel geleneğin sosyal örgütlenmesi, kast, mezhep gibi müteaddit gruplar veya büyük geleneklerin devam ettirilmesi ve öğretilmesi ile görevli çeşitli öğretmen, hatip, vaizler beyninde tezahür eden devamlı ve önemli rol ve statü düzenlenmesinden ibarettir.[7] Uygarlıkta hem bir sosyal, hem de bir kültürel yapı vardır.”

“Kültür, bir maddî hadise olmayıp eşyalardan, insanlardan, davranışlar veya heyecanlardan ibaret değildir. Buna karşılık bu şeylerin teşkilâtlanmasıdır; bu şeylerin insanların aklında olan şekilleri, bunları idrak edip birbirine bağlamak ve ayrıca tefsir etmek için kullandıkları modellerdir.[8] Başka bir ifade ile kültür, insanların, tecrübelerini tertipleyip tefsir etmek için zihinlerinde tuttukları mefhum ve modellerden ibarettir”.

“Sosyal mirasa da kültür diyebiliyoruz. Mevrus sanaat, teknoloji, fikir, itiyat ve kıymetler, hep kültür kavramına dâhil olup sosyal nizam’da ancak kültürün bir parçası olarak anlaşılabilir. Gerçekten toplumun malı olan her müessese müşterek yaşantının uymaya mecbur olduğu bir şekildir. Bu kabil şekillerin kesin ve sabit bir yapısı vardır; siyasî, iktisadî, ruhanî kadrolar bunlardandır. Şahısların gelişmesi, müesseselerin de gelişmesini sağlar. Böylece de kültürle sosyal morfoloji kavramları arasındaki ilişkiye işaret etmiş oluyoruz…”.

“Bütün değerler kültürün ve sosyal örgütlenmenin bir fonksiyonu veya ürünü olup toplumun ilgilerini yansıtırlar. Değer değişmesi, yöneltilen ilgi miktarının değişmesi demektir. Burada bir izafiyet derhal göze çarpıyor; örneğin ahlâkî değerler sadece geleneklerle şartlandırılmış şahsî heyecanların bir ifadesi olup çoğu zaman maddî temelden mahrumdur. Değer ölçülerini birbirleriyle mukayese etmeye yarayacak bir mihenk bulunmadığından bütün değer sistemlerini aynı ağırlıkta kabul etme zorunluluğu ortaya çıkıyor. Değişik kıymet sistemlerinin eşitliği ilkesi hoşgörüyü bir büyük fazilet olarak kabul etmeye sevk eder… İnsanın iptidaî ihtiyaçlarının her yerde aynı ve bunların tatmini bakımından başvurulan eylemlerin her tarafta benzer olması, bütün toplumlarda bir müşterek kültürel nüvenin bulunmasını intaç etmiştir”.[9]

“Gerçeklerin tahlilinden, hareket noktası olarak maddî kültürle manevî kültürün birliğini (vahdetini) kabul etmenin zarureti meydana çıkıyor. Her ikisinin de aynı kökenden, yani onları yaratan insandan, doğmuş olmaları dışında ikisi ayrılmaz şekilde birbirlerine bağlıdır. Diğer taraftan maddî kültür, manevî kültürün gelişmesi için peşinen bulunması gereken bir keyfiyettir.”

“Düşüncenin bütün şekilleri kuşkusuz manevî kültüre aittir. Maddî kültür, gelişmenin belli bir safhasında bir toplumun teknik ilerlemesinin seviyesini ve insanın tabiata hâkimiyetinin derecesini yansıtır, toplumun gelişme süreci içinde insanın sosyal çabasının meydana getirdiği her türlü şeyi temsil eder. Maddî kültürün inkişafı düzenli bir tarihî vetire (süreç), birçok tarihî devre zarfında nesillerin çalışmasının ürünüdür”, tıpkı Talmud’un oluşması gibi…

“Müteakip nesillerin yoğrulması ve şartlandırılması için elzem bir vasıta olan kültür, bilgi, ahlâk sistemi, maddî ve manevî değer ölçüleri ve sosyal örgütlenmeden oluşan, psikolojik olduğu kadar topluma şamil ve ona özgü (sui generis) bir gerçektir.

“İçtimaî teşkilât, insan gruplarının davranışlarının kalıplaşmış şeklidir. Yerleşmiş nizamlar, yani kanun, âdet ve tavırlar, müktesep bedenî itiyatlar kategorisine dâhildir. Hisler ise uzun sürede ve uzviyetin tedrici talim ve şartlandırılması sonucu teşekkül eder…”

“Kültür, iki temel görünüşü olan bir birimdir. Görünüşlerden biri sanaat (teknikler) ürünleri, diğeri de âdetler bütünüdür…”, Talmud’da olduğu gibi…

“Kültür, insan hayatının idamesine yarayan maddî varlıklarla âlet, fikrî ve bedeni itiyatlar zümresi olduğuna göre bunun unsurları amelî, faal ve yetenekli yani ana amacı olan insan gereksinmelerinin karşılanması hususunda kifayetli olacaklardır. Kültürün ciddi devamlılık, şümul ye serbesti arz eden gerçek unsuru sosyal müesseseleridir. Bunlar birçok yerde teknik kaide ve âdetlerle girift olmuşlardır. Örneğin tarımda her kültür nerede neyin yetiştirileceğini, zeminin nasıl açılacağını, toprağın nasıl hazırlanıp inbat kabiliyetinin artırılacağını, işlerin hangi günlerde nasıl yürütüleceğini, dinî veya sihri merasimin kimin tarafından nasıl icra edileceğini, mahsulün nasıl hasat ve tevzi edileceğini, nasıl ambarlanıp tüketileceğini en ince ayrıntısına kadar tespit etmiştir…”

“Bazı düşünce sistemlerinin, din ve sihrin, efsanelerin, kendilerini inatla devam ettirdiklerine bakıldığında bunların, başka türlü tatmin olmamış köklü ihtiyaçların ürünü oldukları sonucuna varılır. Fizyolojik ihtiyaçların tatmininin yanı sıra yan gerekler de doğmakladır. Bunları da, esas itibariyle bir amaca eğilmiş olduklarından, kültürün ana yardımcı gerekleri gibi görmek icap ediyor. Üç ana yardımcı gereğin, iktisadî teşkilât, kanun ve eğitimin, insan gereksinmelerinin tatmini hususunda bıraktıkları boşlukları sihirle din, bilgi ile sanat, doldurma görevini yüklenmişlerdir. Bugün sihir hurafe şeklinde ve dinî sistemin içine sığınmış olarak devam etmekte olup tehlike anında, kararsızlıkta, kaza ve talihin büyük ölçüde etken oldukları hallerde, hatta çok modern şekillere bürünmüş olarak, daima hazırdır.”

Kültür kavramı hususunda buraya kadar söylediklerimiz, bu geniş konunun bu kitabınkiyle doğruca ilgili olan bölümlerinden ibarettir. Gerçekten bu tarif ve tahliller, bizi doğruca Talmud’a götürüyor.

Bildiğimiz gibi Milâdî IV.-V. yy.ların ürünü olan Talmud, “Musa’nın öğretisi” anlamında olan temel Torah’nın (Tevrat’ın) yani yazılı Ahd-ı Atik’in birkaç bin bilgin tarafından şerh ve tefsiri mahiyetindedir. Mishna, Talmud’un, II. yy.da kaleme alınmış ilk bölümü, Gemara da Mishna dönemi sonrası bilginlerin (Amoraim) tartışma ve yorumlarını içeren kısmıdır.

Aşağıda ayrıntılarına değineceğimiz tarihleri boyunca Yahudiler, gerek kitlesel muhaceretleri (galut), gereksek Mısır, Yunan, İran, Roma… yönetimleri altında geçirdikleri uzun yıllar itibariyle bu uluslarla büyük kültürel alışverişte bulunmuş olmaları doğaldır. Bu arada kökenlerinin tarım tarihinin büyük odaklarından birinde olması hasebiyle büyük bir tarımsal geleneğe sahip bulundukları da bir vakıadır. Gerçekten “Yahudi halkının beşiği Orta Doğu’da özellikle Basra Körfezi’nin başından itibaren bir kemer çizerek, yukarda Fırat vadisine, Güney’de de Suriye ve Filistin’den geçerek Mısır’a kadar uzanan verimli Hilâl’de yer alır. Bu bölge, Yahudi yerleşiminin bilinen en eski yörelerini kapsadığı gibi, Yahudilerin kökenlerine ilişkin geleneksel öykülerde yer alan olayların da sahnesini oluşturur. Coğrafi olarak, çoğunluğu dağlar ve çöllerle çevrelenen verimli ekili topraklardan meydana gelmektedir. Tarihî olarak ise dolayları Kutsal Kitap’taki birçok hikâyenin temelini sağlayan çeşitli güçlü imparatorlukların yurdudur”.[10]

Yahudi yasa ve gelenekleri üzerinde kırsal yaşamın derin izleri bulunmaktadır. İrem Bağı’nın (Cennet Bahçesi) Güney Irak’ta bulunduğuna inanılmıyor mu? Kudüs’ten kıyıya doğru inen Yahudiye vadisinin kıvrımlı meyilli arazisinde, taraçalı tarımın tarihî kökenleri görülür. Hattâ daha da ileri giderek tarımsal ve dinî yaşamların iç içe bulunduklarını söylemek hatalı olmayacaktır. Osmanlı’ya kadar intikal etmiş onda bir vergi, öşr, Mishna Yasası’nda merkezî yer tutar.[11] Filistin – Yahudi tarım ve hayvancılık gelenekleri Talmud’da ayrıntılarıyla sergilenir.[12]

Böylece, yukarıdaki tanımlamalarımız çerçevesi içinde kültürel yapının oluşmasına, konumuzla ilgili bir örnek vermiş olduk. Devam edelim “kültür” kavramı hakkındaki mülâhazalara.

“Kültür intikali (acculturation), değişik kültürel gelenekleri haiz cemiyetlerin bir araya gelmesiyle (kültür teması) vaki olan değişmelerdir.

Yerleşmiş teamül buna kültürel temessül (assimilation) veya bir kültürel özellik (trait) veya özellikler takımının bir diğeri ile değiştirilmesi manasını veriyor. Kültür intikali, farklı kültürleri haiz insan gruplarının devamlı yakın temas haline gelmesiyle hasıl olan hadiseleri ve bilâhare gruplardan herhangi birinin, veya her ikisinin birden, ilk kültürel modellerinde vaki değişmeleri kapsar…”[13]

“Bazı kültür alanları, kültürel unsurların tekemmül ettiği birer odak, birer bilinç alanı olup en hızlı değişmeye sahne olabilirse de bazı temas şartları altında değişmeye en büyük mukavemeti de arz edebilirler…”.

“Linton, temastan hâsıl olan değişmelerin ana şartlarını iki sınıfa ayırıyor. Bunlardan birine ‘yöneltilmiş değişme’ adını veriyor. Burada bir hâkim toplum (müstevli veya devlet iradesi) tâbi toplumun hayat tarzında değişmeleri teşvik ediyor veya buna zorluyor. Bu durumda neticeler, bir toplum fertlerinin kültürel unsurları serbestçe seçebilme haline nazaran hayli değişik oluyor…”.

“Bazen yeni durumlar karşısında ancak çok sınırlı kültür bölümleri yeni kültür terkipleri (bileşkeleri) meydana getirmek üzere birleşir. Bazen de birleşme çok geniş ölçüde olur ve ortaya çıkan yeni bileşke, temastan evvelki alıcı ve verici grupların hiçbirine uymaz…”

Bazen, “çift dil kullanılmasında olduğu gibi, iki veya daha fazla davranış şekli bir fert tarafından öğrenilebilir ve yerine göre ayrı ayrı uygulanabilir (biculturalism)”. Bu bapta Yahudi alanında, İbranicenin yanı sıra Aramicenin de kullanılmakta olduğunu hatırlayalım… Döneceğiz konuya.

“Temessül (assimilation), çeşitli ırkî kökene sahip şahısların, herhangi bir zorlama olmadan, mütekabil tesirde bulunmaları halidir. Tâbi durumda kişilerin bazıları, adedî ekalliyette olsunlar veya olmasınlar, temessül edilirler. Tam temessül, artık ırkî telâkkilere dayanan aynı sosyal grupların kalmadığını ifade eder. Temessül, müsamaha ile mütebariz (belirgin) uzlaşma – taviz’den ibaret uyma fiilinden ayırt edilmelidir. Geniş ölçüde yaygın bir görüşe göre ‘temessül’, bir girift olma ve birbiri içinde erime vetiresi (süreci) olup burada şahıslar veya gruplar sair kişi veya grupların hatıralarını, hislerini ve tavırlarını iktisap ederler ve onların deney ve tarihlerini paylaşarak müşterek bir kültürel yaşantının içine dâhil olurlar”.[14]

“Uygarlıklar birbirlerini etkiledikleri zaman belli bir uygarlığın ne kadar kendi özlüğünde kaldığını, ne kadar iktibas ettiğini veya hangi kademede dış etkilere daha açık bulunduğunu kestirmek zorlaşır. Her kültürde kullanılan teknik ve fikirlerin çoğunluğunun yabancı kökenli olduğu ve aşağı yukarı her kültürün devamlı olarak daha çok yabancı malzeme temessül ettiği düşünüldüğünde, mesele âdeta içinden çıkılmaz hale gelir. Bununla birlikte, temessül esnasında bir uygarlığı diğerinden ayırma imkânını veriyor”.

***

Evet, bugün karşılaştığımız ve aşağıda ayrıntılarıyla irdeleyeceğimiz Türkiye halkı ile Yahudi etnik ulusal – dinî varlığının müşterek noktalarının doğruca ya da dolaylı etki veya sadece ayrı ayrı oluşmuş kültürel fenomenlerin koşutluğu – benzerliğinden ibaret olup olmadığını saptamak tarihçi, etonograf, ethnolog, anthropolog, ergoloji ve animoloji uzmanları ve nihayet sosyologların işidir. Bir küçük örnek verelim; Reshut sözcüğü, hahamlık rabbinic yazınında sair anlamlarının başında, iktidar – güç ve otoriteyi ifade ediyor. Şöyle ki “reshut, yani idareci iktidar ile ahbaplık arama” gibi bir atasözü ya da halk deyimi geçiyor.[15] Bu deyime tam koşut olan bir öğüdü de İran Selçuklularında buluyoruz: “Beye ve taşan nehre komşu olma”[16] Günümüz Konya’sında da “beyle bostan ekenin hıyarı… gider” deniyor.[17] Ayni mealde olmak üzere “Osmanlı (idareci sınıf mensubu) yanında gözünü, kâtip yanında sözünü sakın”[18] sözü hâlâ dillerde dolaşır. Sosyal açıdan bunların hepsinde idareci sınıf – halk zıtlaşması ayan oluyor. Bu durumda bir doğruca etkiden söz edilebilir mi?” Ahd-ı Atik’in şerh ve tefsiri mahiyetinde olan Talmud’da, yukardan beri tanımlamasını yapmaya çalıştığımız “kültür” kavramına dâhil olan “âlet ve teknikler” meyanında tarım ve hayvancılık tekniklerine geniş yer verilmiş olduğundan söz ettik. “Yahudiliğin (Judaismin) özü kabbalat malehut shamayim, yani Tanrı’nın hükümranlığının kabul ve tasdiki ile kabbalat mitz vot, yani Tanrı iradesi emirlerin telâkkisinden (kabulü) ibarettir. Yahudilik, Tanrı hizmetinde bir kutsal yaşam ve hemcinslerine karşı insancıl ilgi ve Halachah (yasa) tarafından tarif ve izah edilmiş kanunlarına riayetin bir tanrısal nüshası olan Torah’a tam tebaiyeti (uymayı) gerektirir”.

“Halachah’la çağlar boyu günümüze kadar süren hitap ve yaratıcılık Torah’ın Torat Hayyim, bir hayat (yaşam) Torah’ı olarak canlılığına tanıklık eder. Kişisel ve sosyal, kutsal ve dünyevi her alana ve beşer deneyinin tüm boyutlarına hitap edip etkisi çok yaygın, otoritesi Yahudi yaşamında önemlidir”.[19] Rabbi Appel’in Torah yani Ahd-i Atik’in şümulü üzerindeki bu sözleri, mezkûr Kitap’ın, yukarıdaki tariflerimiz çerçevesinde, Yahudi “kültür”ünün bir ifadesi olduğunu gösteriyoruz. Kur’an da aynı şekilde (özellikle Hadîs’lerle birlikte) “kişisel ve sosyal kutsal ve dünyevî her alana ve beşer deneyinin tüm boyutlarına” hitap etmez mi?

Devam etmeden önce bir küçük linguistik olguya dikkati çekelim: Torat Hayyim‘deki “Hayyim”in “yaşam-hayat” manasında olduğu görülüyor. Arapça hayy, “diri, sağ, canlı” demek olup ayrıca Tanrı sıfatındandır. Bu Samî sözcük dilimize “hayat” olarak geçmiş.

Önemine binaen Talmud hakkında kısaca mütemmim bilgi vereceğiz.[20]

“Talmud” kelimesi başlıca “tahsil, tetebbu” ya da “öğrenme, ilim”, manasında olup burada ayrıntılarına girmeyeceğimiz değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Bunun tahsil ve tetebbuu iki merkezde, Erez[21] Israel ve Babilon’da çok faal olarak sürdürülmüş olup ve bunun sonucunda birbirinde ayrı iki Talmud ortaya çıkmıştır. Erez Israel’inki yanlış olarak Jerusalem (Kudüs) Talmudu, öbürü de Babilonya Talmudu tesmiye edilmiştir.

Babilonya Talmudu esas itibariyle, Babilon’un büyük akademilerinde yürütüldüğü üzere Mishna’nın tefsir ve tertibi olup III. yy.ın ilk yarısından 499’a kadar sürmüştür. Bu arada nesiller arasında ilişki önemlidir şöyle ki mutat olarak akademi başkanları, bir öncekinin en yakın tilmizi oluyordu. Böylece de gelenekte hiçbir kopukluk vaki olmazdı.

Bu Talmud’un metninin üçte biri halakha ve üçte ikisi’de aggada‘dan oluşmuştur. Yahudi fikriyatının, üç ana akımı, Talmud’da akar; bunlardan ilk ikisi zihinden, üçüncüsü de kalpten geçer. Halakha ya da “yasa”, çapraşık zihin karıştırıcı hukuk ilmine aittir; ahlâk, davranış ve dindarlık üzerine felsefî risale, aggadah ya da “nakil, beyan”ı oluşturur ve Kitab-ı Mukaddes öyküleri üzerine güzel, hassas bölümler, akil deyimler ve masallar, midrash ya da “vaiz” olarak geçer”.[22]

Aggadah‘ın oranı Babilonya Talmudu’nda, Jerusalem Talmudu’na göre çok daha yüksektir. Şöyle ki Filistin’de aggadah, Midrashim (Kitab-ı Mukaddes’in şerhi) içinde toplanmış ayrı bir yazın sınıfı oluşturmuşken Babilonya’da böyle müstakil eserler meydana getirilmemiş olup tüm aggadah malzemesi Talmud’a ithal edilmiştir.

Her ne kadar iki Talmud var ise de Babilonya’nınki âmir durumdadır. Onun verdiği hüküm, kesin olarak kabul edilir.

“Kültür” sibakı (bağlamı) içinde irdelediğimiz yukarıdaki yazılı “öğreti-gelenek”ler, “Türkiye halkı” ile Yahudi etnik (ulusal) – dinî topluluğu arasındaki kültürel osmose’in önemli bir odağını oluşturuyor.

Şimdi de, yeni herhangi bir muhakeme hatasına düşmemek için “Türkiye halkı”ndan neyi kastettiğimizi kısaca belirteceğiz.


[1]     Burhan Oğuz. – Türkiye halfanın kültür kökenleri, C.I, İstanbul 1976, s. 19 – 60.

[2]     B. Malinowski. – Une théorie scientifique de la culture, Paris 1968, s. 35.

[3]     E. B. Tylor.- Primitive culture: Research into the development of mythology, philosophy. religion, art and custom, Mass. 1958., Vol. I, s. 1. Zikreden M. Singer.- Culture  (The concept of culture), in IESS.

[4]     B. Malinowski. – Culture, in ESS.

[5]     B. Malinowski.- Une théorie scientifique, s. 60-1.

[6]     ibd., s. 76.

[7]     R. Redfield.- Human nature and the study of Society, Chicago 1962, s. 101.

[8]     W. H. Goudenough.- Cultural anthropology and linguistics, in Dell H. Hymes (ed.), Language in culture and society. A reader in linguistics and anthropology, N.H. 1969, s. 36. M. Singer tarafından zikredilmiş.

[9]     D. Bidney.- Cultural relativism. in IESS.

[10]    Nicholas de Lange.- Yahudi Dünyası, İstanbul 1987 (l!eti|im Yay.), s. 20.

[11]    Bkz. Richard S. Sarason.- A history of the Mishnaic law of agriculture, Leiden 1979.

[12]    Bkz. The Talmud, BAVA MEZI’A. EL-AM-HOZA’A, LEOR Publish. Tel Aviv 1969. BERAKHOTH 2. Tel Aviv 1974; BERAKHOTH V- EN’OMEDIN; BERAKHOTH VII SHELOSHA SHE’AKHELU. Bunların ayrıntıları, hazırlamakta olduğumuz Türkiye halkının kültür kökenleri, C. II/3’te verilecektir.

[13]    R. Hedfield; R. Linton; M. J. Herskovits.- Outline for the study of acculturation. American Anthropologist, New Series 38, s. 149. E.H. Spicer.- Acculturation, in IESS’de zikredilmiş.

[14]    R. E. Park and E.W. Burgess. – Introduction to the science of sociology, Chicago 1921, s. 735. G. E. Simpson-Assimilation, in IESS’de zikredilmiş.

[15]    A. Ar.- Reshut, in EJ.

[16]    M. Attan Köymen.- Alp Arslan zamanı Selçuklu İmparatorluğu Türk toplum hayatı, in Selçuklu Araştırmaları Dergisi IV, Ank. 1975, s.3.

[17]    S. Nüzhet ve M. Ferid.- Konya vilâyeti halkiyat ve harsiyatı, Konya 1926, s. 25.

[18]    Ercümend K. Eyüboğlu.- Şiirde ve halk dilinde atasözleri ve deyimler I, İst. 1973, s. 193.

[19]    Rabbi Gersion Appel. – The concise code of Jewish Law. Compiled from KITZUR SHULHAN ARUCH and from traditional sources, vol. I, Yeshiva University Press, N.Y. 1977, s. XI.

[20]    Geniş bilgi için bkz. “Talmud”, in EJ.

[21]    Erez Israel = İsrail toprağı.

[22]    Max I. Dimont. – Jews. God and History, N. Y. 1962, s. 168-9.