Kültür Eserleri > THKK 5 - Halk Eczacılık ve Sağaltma Teknikleri > Râzî

Râzî

Râzî, olağanüstü bir pratisyen olarak “Göçebe tabibin rehberi” adlı, 377 aphorism’den (vecize–özdeyiş) oluşan bir eser bırakmış. Rey’de çalıştıktan sonra eğitimini Bağdat’ta tamamlayıp burada hekimlik yapmış.

Râzî, Yunan geleneğini yeniden ele almıştı. Hippokrates’i fazlaca gönlünde yaşatmıyordu. Onu, artık gecikmiş olarak addediyordu. Bütün kitabı boyunca Galenos’a büyük hayranlık ifade ediyor.

Râzî, hasta müşahedelerini yayınlamış ilk hekim oluyor. Gerçekten klinik, onunla doğmuştu. Söylediklerini, onu etkilemiş hallerle süslüyor ki bu, çok büyük bir terakki sayılır–Aforizmaları, zamanın tıbbının ve her zaman insanın mizacının çok geniş bir bilgisini gösteriyorlar.

Öbür yandan Râzî, tabip–hasta ilişkisinde dört unsurun, ezcümle tabip, hasta, hastalık ve bütün içerdiğiyle, çevrenin bulunduğunu kabul ediyor.

Râzî’de en çarpıcı şeylerden biri, onun, daha X. yy.dan nice uzak bir dönemde kendi ortamının, tıbba hâkim tabu ve dinî batıl inançların dışına çıkabilmesi olmuştu. Örneğin, gerektiğinde, alkollü içkileri yazmakta tereddüt etmiyor. Hattâ dinlerden doğmuş, besin maddeleri ve bazı içeceklerin yasaklanmasını öngören bâtıl itikatları, gülünç buluyor. Bu tür düşünceleri yayanları yalancı, düzmeci olarak görecek kadar ileri gidiyor. Gerçek ahlâk, diyor Râzî, her türlü dinî uygulamanın ötesindedir[1].

***

Râzî, Horasan eyaletinin Rey ilinde 854’te doğmuştu. O, burada da, gözleri görmez olmuş halde, yalnızlık içinde, dinî sapık diye saldırılara uğramış olarak ölmüştü, o Râzî ki değerleri nice kraliyet sarayınca yüceltilmişti.

Hayatı hakkında bilinenler kesinlik arz etmiyor. Otuz beş yaşında Bağdat’a gidiyor, orada İbn Zayır at–Tabarî’den tıp, Al–Baklî’den de felsefe tahsil etmiş olmalı. Daha önce de musikişinaslık ve hakemlik (hukukî işlerde) yapıyor. Hayatının son on yılında Rey’e dönüp siyasî hayata iştirak ediyor. O, aşırı sağın Hanefî’leri ile aşırı solun KarmatîFatımî’leri arasında, tam orta yolda bulunan zeydîdeylemî idi[2].

İlk kez gözbebeğinin ışığa tepkisini gözlemiş, iki yeni hastalığı, çiçekle kızamığı keşfetmiş adamın böyle olmuştu acıklı kaderi. Geriye bıraktığı, birçoğu kaybolmuş 235 eserin arasında, kendisinden önce fark edilmemiş saman nezlesi gibi birçok başka marazî zatiyetleri kesin şekilde betimlemiş, yüzyılları geçmiş olan tıbbî müstahzarlar ve tedavi edici etkenler icat etmişti.

***

Her an yenilenen bir değiş tokuş ve dolaşım içinde ilâçlar, bitki ve âletler babında Grek, Süryanî, İranî tabirlerin yer aldığı Arap lügatçesinin çok dilliliğinde bir tekabül prensibinin aranması zorunlu olmuştu. Batı düşüncesi, İslâm tababeti için Greklerle aramızda bir vasıta, bir birleştirme çizgisinden ibaret olup başka bir şey değildir diyor. Bu sonuncusu ciddiye alındığında bunun basit bir linguistik kategori olmayıp uygarlık çizgisi olduğu fark edilir.

Eğer tıp, tarihinin belli bir anında, Arap kisvesine bürünmüşse, maske ya da tuvalet değiştirmek için olmayıp keyfiyet politik ve ekonomik düzeyde sebeplere dayanmış. Muazzam bir imparatorluğun fethi tepkisiz, hür ve köle işçiliği krizi olmadan vaki olmamıştı. Klasik İslâm döneminde, yani VIII. den XI. yy.a kadar tıp, ister istemez toplumun yapısallığı, hayat koşullarının çok sosyalleşmiş ağına göre gelişmiş; dün bu koşullar Akdeniz uygarlıklarının kesiştiği, kervan ticaretinden yaşayan bir çölünki idi.

Bunun dışında, eğer onu harekete geçiren güçlü dürtü ile VII. – VIII. yy.ların tercüme hareketi kendi türünde esasî olmuşsa bu, herhalde, bir düşün gerçekleşmesinin sonucu olmuştu. İbn Abi Usaybi “Uyûn al’Anbâ”sında, İbn an–Nadîm’in ünlü Fihrist’inde, Ma’mun’un düşünü anlatıyorlar. Bunda Halife bir tahta oturmuş ve “ben Aristo’yum, uyan” diyen beyaz sakallı feylosofu görüyor…

***

İslâm tıp ve tabibine, Batı tıbbı penceresinden bakıldı ama o zamandan beri vaki terakkiler görülmeden geçilmedi. Râzî’nin Vecize’lerinin tıbbî bilgisinin sınanması için bunların, Hippokrates’ten, İslâmî tıptan uzaklaşıldığı ana kadarki Batı tıbbınınkilerle kıyaslanmaları gerekiyor.

Nice Batılı tabibine (Boerhaave, Sydenham, Huxham, Stoll, de Candole vs.) çağrıştırılmış olması, hayreti mucip oluyor. Boerhaave, Fransızcadan önce çok daha hızlı olarak Arapçaya çevrilmişti. Onun Tıp Kuramları kitabı, müellifin sağlığında Osmanlıcaya tercüme edilmişti.

Yine Boerhaave’in Aphorism’leri, 1714’te, esas metnin basılmasından yedi yıl sonra çevrilmişti. Sydenham da Arapçaya tercüme edildi.

1745’te Dr. Mead, Boerhaave’ye mektup yazarak Leyden Kitaplığı’nda “Râzî’nin çevrilebilecek bir eserinin bulunup bulunmadığını” soruyor. O da ona “K. al–jadarî wa’l–hasba. De variolis et morbillis”i gönderiyor. Johannis Channing bunun bir yazmasını ele geçiriyor ve bu eserin 1766’da, bir Arapça ve Lâtince baskısını yapıyor. Leiden Üniversitesi profesörlerinden H. Schultens, tercümenin doğruluğunu denetliyor. Bütün bunlar, işbu tabiplerin Râzî’ye olan ilgilerinin derecesinin ifadesi oluyor.

***

Klinik, Râzî ile doğuyor. Birçok bireysel ve kolektif olgular, hastalıklar, hastaneleşmeler sayesinde, baştan okunabilir oluyor. Râzî, “Tajârib al-Maristan”ından (Hastahane tecrübeleri), tıp öğrencisine sık sık hastaların yatağına gitmeyi öğütlüyor. Tıp öğretiminin yapıldığı hastanenin “tıbbîleştirilmesi”, kliniğin doğmasına yardımcı oluyor. Artık X. yy.dan itibaren hastanede uygulamalı tıp eğitimi iyice yerleşmiş oluyor. Râzî, ilk olarak, hastanenin anatomik ve cerrahî analiz yöntemine imkân verdiğini görmüştü, şöyle ki burada birey değil, vak’alar bahis konusuydu. Böylece de hasta, hastalık, çevre ve hekim karesini delmiş oluyordu.

Hastalığı bir sosyal vakıa olarak ele alınarak, onu insan dışına taşımak, bireysellikten çıkarmak, gerçekten bir tıbbî evrim oluyordu.

Al–Mürşid (Rehber)’de dikkati çeken husus, cümlelerin yalınlığı. Üslûb basit, az “teknik”. Müellif herkesçe anlaşılmayı amaçlıyor. Artık sır, gizlilik yok: Herkes için tıp; o, pratik olup herkese açıktır. Bilgi için bir olunacaktır; Usta’nın bilgisinde kendini inkâr eden öğrencinin modası geçmiştir. Meslek sırlarının parçalanması tıbbı bir kare içine alıyor: Hasta, hastalık, hastanın çevresi ve tabip. Şöyle ki, hastanın söyledikleri, hastalıktan ve hastanın çevresinden geçiyor[3].


[1] Abû–Bakr Mohammad B. Zakariyya ar–Râzî. – Guide du mèdecin nomade, aphorismes. Trad. A. Moubachir, Paris 1980, s.11-12, Paul Milliez’in Giriş’i.

[2] Bunlar hakkında bkz. Burhan Oğuz. – Türk halk düşünce ve hareketlerinin ideolojik kökenleri, İst. 1997.

[3] Ar – Râzî. – op. cit.  , s.17-29.